özcan alper sonbahar filmi izle

Arrestedwhile a student in university, Yusuf is released from prison after ten years. He returns home and is welcomed by his sick and elderly mother. Soon he will meet Eka, a beautiful Georgian girl who is a sex worker, and love becomes a final desperate attempt to grasp life and elude loneliness. Özcan Alper’in yönetmen koltuğunda oturduğu 2008 yapımı Sonbahar filmi; Onur Saylak, Megi Kobaladze ve Serkan Keskin’den oluşan oyuncu kadrosuyla da beğeni topluyor. 22 yaşında, öğrencilik döneminde girmiş olduğu ceza evinde ölüm orucuna girdikten sonra, 32 yaşında ancak özgürlüğüne kavuşabilen Yusuf’un son iki Doğu Perinçek. Kovid-19 sayesinde Yönetmen Özcan Alper ’in iki filmini izledik. Biri Sonbahar, diğeri ise Gelecek Uzun Sürer. Aslında bu iki film birbirinin aynı, birbirinin kopyası diyebilirsiniz. İkinci filmin adı çok uzun, Sonbahar gibi onun da adı tek sözcük olabilirdi: Ağıt. İkisinin ortak mesajına gelince: Sonbahara Gelecek Uzun Sürer, Sonbahar filmiyle isminden çokça söz ettiren Özcan Alper’in gösterime giren ikinci uzun metrajlı filmi. Birkaç ay önce Metis Yayınları’ndan Bildiğin Gibi Değil isimli bir kitap yayımlandı. Funda Danışman ve Rojin Canan Akın’ın güneydoğuda büyümüş 19 gencin 30 yıldır bölgede sürmekte olan Sonbahar di Özcan Alper Y usuf esce di prigione a causa delle sue condizioni di salute, che non gli permetteranno di vivere ancora a lungo. Poco più di 30 anni, in carcere da 10 per motivi politici, Yusuf torna nel suo villaggio di montagna sul Mar Nero turco, ai confini con la Georgia per trascorrere con l’anziana madre e il suo vecchio Site De Rencontre Gratuite En Suisse. Okullarda, kolejlerde, üniversitelerde okutulan tarih kitaplarına baktığımızda, bu kitapların konularının İkinci Dünya Savaşı ile bittiğini görürüz. Bütün kitaplar sanki söz birliği etmişçesine her zaman aynı şeyi tekerrür’ eder ne hikmetse. Ezberci eğitim anlayışıyla öğrenciler, Hatay sorunu ve İkinci Dünya Savaşı gibi konular hakkında her daim aynı bilgileri ezberleme gafletine düşürülürler. Bu konuları kim bilmez ki? Peki ya ondan sonrası? Neden? Niçin? Peki, tarih her zaman “Geçmişini bilmeden ilerleyemezsin” düsturuyla başlamaz mı? Tarih o zaman mı bitiyor? Kesinlikle hayır! Sonrasıyla ilgilenmeyen araştırmayan insanlar, tepkisiz, duyarsız ve apolitize edilmiş; sürü psikolojisiyle hareket eden bir robota dönüşmektedir adeta. Acaba sinema olmasaydı bu konular hakkında ne kadarımız bilgi sahibi olabilirdik? İkinci Dünya Savaşı hakkında şu an en az bilenimizin bile yorum yapabilecek kapasitede olduğuna inanıyorum. Kaç defa Normandiya çıkarmasını izledik filmlerde? Kaç defa devletler arası çatışmaları, soykırımı, muharebeleri izledik? Taraflı ya da tarafsız fark etmez; bunun kararını şüphesiz yine seyircinin kendisi verecektir. Acı gerçek şu ki ne olursa olsun, en basit film bile tarih kitaplarımızdan çok daha fazlasını bizlere verecektir. Bunu sinemaya borçlu olduğumuzu unutmamalıyız. Sinemanın, eğlenme ve vakit geçirmekten çok bu konular üzerinde değinen bir bilgi hazinesi, görsel bir kaynak vazifesi gördüğünü; bizi mağaralarımızdan çıkaracak bir araç olduğunu da unutmamalıyız. Şüphesiz bu topraklar üzerinde İkinci Dünya Savaşı yıllarından sonra çok şey yaşandı ve yaşanmaya devam etmektedir. Bu sefer gözlerimizi çok yakın bir tarihe çeviriyoruz 90’lı yıllarda yaşanan öğrenci hareketleri, F tipi cezaevlerine karşı çıkanların açlık grevleri ve sonrasında ülke tarihine kara bir sayfa olarak geçen “19 Aralık 2000” tarihi Filmimiz de bu tarihe istinaden 19 Aralık 2008 tarihinde gösterime girmiştir. Bu tarihte yapılan ’hayata dönüş operasyonu’’ demokratik mücadeleye yapılmış en büyük saldırılardan biri olup bu uğurda birçok insan hayatını kaybetmiştir. Bilindiği üzere F tipi cezaevleri tek bir odadan oluşmaktadır ve mahkûmların kendi aralarında bir araya gelip “düşünmelerini” ve örgütlenmelerini engellemek, onları tecrit etmek ve düşünmeyen bir mekanizmaya dönüştürmek maksadıyla kurulmuşlardır. F tipi cezaevlerine yerleştirilen insanlar aksine “düşünebilen” sanatçılar, üniversite öğrencileri veyahut aydınlardır vesselam! Düşünceyi bir hücreye kapatmak, onu karanlık bir odaya hapsetmek fikrinin; başta değindiğimiz tarih kitaplarındaki kof bilgi ve saçmalıklarla örtüşmesi tesadüf olmasa gerek. Peki devletin, iktidarın, kurumsallaşmanın istediği şey nedir? Şüphesiz yasalarını harfiyen, tereddütsüz ve hiçbir şekilde karşı çıkmadan yerine getirecek insanlardır. Eğer bu şekilde davranırsanız iyi bir vatandaş olursunuz. Tam tersi davranışlarda bulunursanız kara koyun olmaya mahkûmsunuzdur. Şüphesiz bu kuralları, devleti, iktidarı, yasaları koruyacak insanlar da elzemdir! Platon, “Devlet” isimli eserinde şunu sorar; Quis Custodiet Custotudes? Peki, bizi koruyuculardan kim koruyacak? “Halk devletten korkmamalı, devlet halktan korkmalı.” V For Vendetta Sanırım bu konuda yapılmış en iyi filmlerden biri Stanley Kubrick’in A Clockwork Orange Otomatik Portakal, 1971 adlı eseridir. Filmdeki anti-kahramanımız Alex’i hatırlayalım. Kendisi işlediği suçlar yüzünden hapishaneye atılmış ve orada üzerinde uygulanacak deneylere gönüllü olarak, işlediği suçların cezasını çekmeyi kabul etmiştir. Tam da burada kurtulduğunu ve özgürleştiğini sanan kahramanımız, bir anda beyni yıkanmış, tüm insanlığı elinden alınmış, deyim yerindeyse mekanikleşmiş bir et parçasına dönüşmüş, sistemin vidası haline gelmiş olarak bulur kendini. Şüphesiz bir insana yapılabilecek en büyük mezalimlerden biridir bu. Filmde fiziksel şiddet uygulanmaz ancak uygulanan ruhsal şiddetin ölçüsü yoktur. Bu film ve Sonbahar filmi arasında bu türden bir bağ bulmak mümkündür. “Mekanikleşiyorum; o halde varım.” Şüphesiz bu konular hakkında sayfalar dolusu düşünceler aktarılabilir, tartışılabilir. Ancak bu sefer dikkatleri son dönemde yapılmış en iyi Türk filmlerinden biri olan “Sonbahar”a çekmek istiyorum. Bu son dönem Türk sineması konusunda karamsar düşüncelere sahip olsam da özellikle 2000 ve sonrasında kabuk değiştirdiğini düşünüyorum. Nuri Bilge Ceylan, Fatih Akın, Reha Erdem, Zeki Demirkubuz ve ismini anamadığım birçok değerli yönetmen, bu sinemanın lokomotifi olarak birbirinden değerli eserler vermektedir. “Yeni Akım Türk Sineması”ndan bahsetmenin de zamanı geldi sanırım. Açıkçası sinemayı bu şekilde etiketlemek hoşuma gitmese de, bir süre bu kavramı kullanmak durumundayım. Özcan Alper, 1975 Artvin/Hopa doğumludur. Trabzon Lisesi’nden mezun olduktan sonra, önce 1992 yılında İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik Bölümü’nde, 1996 yılında ise İstanbul Üniversitesi Tarih bölümü’nde okumuştur. Alper, sinema okumayan ancak sinemaya sevdalı yönetmenlerden. İstanbul’da sinema kurslarına katılmış ve birçok yönetmenin filminde asistanlık yapmıştır. Bu yönetmenlerin arasında Yeşim Ustaoğlu da yer almaktadır. Yönetmenin “Momi” adlı bir kısa filmi, “Tokai City’de Melankoli ve Rapsodi” ve “Bir Bilim Adamıyla Zaman Enleminde Yolculuk” adlı belgeselleri bulunmaktadır. Sonbahar; yönetmeni Özcan Alper’in ilk uzun metrajlı filmi olmasına rağmen, büyük bir olgunlukla adeta sabırla nakış gibi işlenmiştir. Yakın bir zamanda ismini sık sık duyacağımız yönetmen, günümüzde artık pek az kullanılan “storyboard” tekniğiyle çalışmıştır. Yönetmenin bu filmi üzerine ne kadar titrediğini gösterir. Sinema tarihine baktığımızda, mevsim adlarının birçok filmde metafor olarak kullanıldığını görmekteyiz. Her ne kadar akıllara ilk gelen Güney Koreli yönetmen Kim Ki Duk’un “İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış… Ve Yine İlkbahar” adlı filmi olsa da, ondan çok önce sinemada minimalist yaklaşımın öncüsü sayılan Yasujiro Ozu’nun son dönem filmlerinden Banshun Geç Gelen Bahar, 1949, Bakushu Yaz Başlangıcı, 1951, ve Akibiyori Güz Sonu, 1960 filmlerini bu çerçeve içerisinde ele alabiliriz. Varoluşun başından beri doğa ve insan iç içe olmuştur. Bu nedenle insanoğlu her ne kadar doğa ile çatışsa da, aslında doğanın bir parçasıdır. Bunun sonucu olarak doğadaki birçok değişim insanın ruh halini etkilemektedir. Beyazperde bu doğa-insan etkileşimini sık sık dillendirmiştir. Filmimiz, tarihinde devlet kamerasıyla çekilen sahneyle, mahkûmların açlık grevi sırasında kendilerine seslenen soğuk bir ses ile başlar. Bu sesin ilk cümlesi “insan hayatı en değerli varlıktır”, son cümlesi ise “hayat her şeye rağmen güzeldir”. Ancak yapılan uygulamayı düşündüğümüzde bunun ne kadar ironik ve insanlık dışı olduğunu görebiliriz. “Hayat her şeye rağmen güzel değilmiş.” Bu açlık grevi sonrasında hastaneye yatan Yusuf Onur Saylak ile tanıştırılırız. Yusuf, 90’lı yıllarda öğrenci hareketine katılmıştır ancak hapse atılış nedenini asla öğrenemeyiz. Yönetmen bu filmi çekmeden önce konuyla ilgili olarak birçok araştırma yapmış ve birçok mahkûmla görüşmüştür- ki bazıları en yakın arkadaşımdı diyor Alper. Bu arkadaşlarından bazılarının, sadece pankart açmak yüzünden 11 yıl yattığının altını çiziyor. Konumuz bu şekilde mecrasında akarken, bir doktorun yanına getirilen Yusuf, doktorun direktiflerine karşılık nefes alıp vermekte oldukça zorlanmaktadır. Aynı şekilde onun iç çatışmasını ve ölüme yaklaştığını, dışarıdaki karganın sesinden anlarız. Kuşlar her daim özgürlüğün timsali olsalar da bu sefer kullanılan kuşun karga olmasından mütevellit, anlarız ki Yusuf özgürlüğüne kavuşacaktır ama yine aynı şekilde ölüme de kavuşacaktır. Fazla ömrü kalmadığını öğrenen Yusuf, özgür bırakılır ve memleketi olan Artvin/Hopa’ya geri döner 10 yıl sonra. Yine ezberci eğitim anlayışıyla aklımıza kazınan bir bilgi de, Doğu Karadeniz’in her daim bol yağış alması, dağlarının kıyıya paralel uzanmasıdır. Yusuf’un memleketi tam da bu bilgiyle örtüşmektedir zaten. Kendisi yağan yağmur gibi memleketine yağmış, sevgili yuvasına kavuşmuştur. Annesini pencereden bakarken görür. Her an oğlu çıkıp gelecekmiş bir beklenti içerisinde, hüzünlü bir bekleyiştir annesininki. Yusuf yıllar sonra annesine kavuşmuştur, ancak babası kendisi hapisteyken vefat etmiştir. Anne oğul tek başlarına yaşamlarına devam ederler. Annesi, sanki oğlu her daim yaşayacakmış gibi; onun mürüvvetini görmek, onun mutlu olmasını rahat etmesini sağlamak için çabalar. Bunca yıl aradan sonra, hele ki siyasi bir suçtan mahkûm olan insanlara en yakın akrabaları tarafından sırt çevrildiğini düşünürsek- ki 12 Eylül 1980 ve sonrası böyle durumlar yaşanmıştır- böylesine bir fedakârlık anne-oğul arasındaki büyük bir yakınlığı işaret etmektedir. Alexander Sokurov’un, 1998 yapımı Mat i syn Ana ve Oğlu filmi de aynı minvalde seyretmektedir Özcan Alper de böyle bir etkilenme olabileceğini ifade etmektedir. Filmimiz Yusuf’un dış dünyaya adapte oluşunu/olamayışını, çevresi ile olan ilişkilerini ele almaktadır. Oldboy’un ana karakteri Oh Dae Su’nun, 15 yıl aradan sonra kavuştuğu dış dünya için söyledikleri aynı zamanda Yusuf içinde geçerlidir. “Hayat daha büyük bir hapishaneymiş.” Oldboy Yusuf’un dış yaşama alışması kolay değildir; zira geceleri kâbus gördüğünden evin içinde uyuyamamakta, sürekli bahçedeki divanda yatmaktadır. Yusuf çarşıya, eski arkadaşı Mikail’in Serkan Keskin yanına iner. Yolda karşılaştığı birkaç kişinin kendisini çağırması üzerine birlikte minibüs beklerler. Ancak kendi aralarında turizm konusunda sohbet ederken Yusuf’un gözü bir solucana takılır. On yıl geçmesine karşın hiçbir şey değişmemiştir ya da her şey çok yavaş ilerlemektedir. Yusuf minibüsü beklemek yerine yürümeye başlar. Sanki gördüğü kişiler on yıl boyunca aynı yerde aynı minibüs beklemektedirler. Sonbahar görüntüleri ve ruhsal tahliller bir Dostoyevski romanını andırmaktadır. Hopa küçük bir Petersburg gibidir sanki. Yusuf bir Raskolnikov yalnızlığıyla çevrelenmiştir. Dostoyevski “Suç ve Ceza” romanında kahramanı Raskolnikov’a, insanların ikiye ayrıldığını ve birinci grubun sadece kendi türünün çoğalmasından başka bir işe yaramadığını, adeta bir asalak gibi yaşadığını; diğer grubun ise insanoğlunun gelişimine katkıda bulunduğunu, insanlığı yücelttiğini ve bu insanlar uğruna öldürmenin meşru kılınabileceğini söyletir. Filmde tam da bunu görürüz; tabii “öldürmenin veya cinayet işlemenin” meşru kılınması kitapta zaten fazlasıyla irdelenmektedir ve filmimiz ancak bu noktada kitaptan ayrılmaktadır. Yusuf, sosyalizme gönül vermiş ve bu konudaki inancını asla yitirmemiş bir kıvılcımdır. Sosyalizm aynı zamanda kendisinin temel var oluş sebebidir de. Tıpkı Dostoyevski’nin Raskolnikov’u gibi. İlk gruba dahil olan insanlar işte o minibüs bekleyen insanlardır. En yakın arkadaşı Mikail’in aynı şekilde bunlardan hiçbir farkı yoktur. Yıllar önce canını vermekten çekinmeyeceği eşine karşı, artık hiçbir şekilde sevgi duymayan Mikail, yıllar içinde içindeki ateşi sönen, salt üremek ve neslinin devamını sağlamaktan öteye gitmeyen bir yaşam tarzı benimsemiştir. İşte Yusuf’un bu kısacık yaşamı diğer insanların yaşamından daha anlamlı ve daha derinlikli gelir bize. Diğer insanlar yukarıda değindiğimiz gibi “mekanikleşmiş”lerdir. Tam da sistemin olmasını istediği gibi… Yusuf çarşıda bir kitapçıya gider ve orada, Gürcistan’dan kaçıp yaşamını hayat kadını olarak sürdüren Eka Megi Kobaledze ile göz göze gelir. Yusuf’un ruh hali, seyrettiği dingin Karadeniz suları gibidir sanki. Ancak bu ruh hali yakında içinde kopacak fırtınaların da habercisidir. Çünkü Eka kitapçıdan çıktıktan sonra kitapçının “Bunların orospuları bile kültürlü” sözüne anlamlı bir bakış fırlatmıştır. Bu şekilde seyirci karakterin değişen ruh halini Karadeniz dalgaların gibi izleyebilecektir. Yusuf zamanını tavan arasında bulduğu tulumu tamir ederek geçirir. Bir akşam Mikail’in kendisini arayıp kafaları çekmek için çağırmasıyla şehre iner. Gittikleri meyhanede Eka’yla karşılaşır yeniden. Eka’nın kaderi de aslında Yusuf’unkinden farksızdır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra kızını Gürcistan’da bırakıp Hopa’da hayat kadınlığı yapan Eka, aslında ülkesindeki baskıdan kaçmıştır. Temelde iki karakterin de en büyük ortak noktası “sosyalizm”dir. Ancak Yusuf, otelde kendisini zorlayan Eka’ya “benim istediğim bu değil” cevabını verir ve onunla yatmaz. Yusuf’un istediği şey, davasına duyduğu tutku gibi bir aşk, saflık, masumiyet ve en önemlisi umuttur. İki karakter zamanla birbirine yakınlaşır, âşık olurlar. Yusuf’un yaşama olan inancı ve var oluş nedeni, böylece yeniden şekillenir. Dostoyevski’nin Suç ve Ceza romanına döndüğümüzde, orada da aynı formüllerle karşılaşmak mümkündür. Bana göre filmin bu romanla göbek bağı bununla sınırlı değildir, romanın adeta bir usta tarafından yeniden şekillendirilip can verilmesidir. Romanda Raskolnikov karakteri aynı şekilde bir hayat kadınına aşık olur. Ancak aşık olduğu hayat kadını diğer insanlardan farklıdır. Raskolnikov buna inanmaktadır, çünkü yaptığı iş basit bir iş değildir. Bir anlamda toplumun baskısını sırtında kırbaç gibi hisseden sevdiği hayat kadını, bu işi zevk için değil ailesini geçindirmek için yapmaktadır. Bu da onu yukarda bahsettiğimiz birinci grubun dışına itmektedir. Filmin geçtiği mekânın kozmopolit yapısı ve konuşulan diller bir çeşitlilik sergiler; tıpkı Karadeniz doğasında bin bir türlü yeşilin bir arada kaynaşması gibi. Filmde Türkçe, Hemşince, Gürcüce gibi dillere ve bu dilleri konuşan insanlara rastlamak mümkün. Tesadüf müdür bilinmez filmin oyuncu ve teknik ekibi de aynı kozmopolit yapıya sahip; filmin yapımcısı Serkan Acar Artvin/Ardanuçlu ve Gürcü kökenli, yönetmen Özcan Alper Hemşinli, sanat yönetmeni Canan Çayır ve görüntü yönetmeni Feza Çaldıran Türk, yapım amiri Gökhan Evecen Hatay/Samandağlı ve Arap kökenli, filmin ses kurgusunu yapan ve İranlı yönetmen Mohsen Makhbalf ile çalışan baba oğul Muhammed ve Ebrahim Mokhtary Pers, filmin makyaj ekibi Gürcü, aynı şekilde Eka’yı oynayan Megi Kobaledze de Gürcü asıllı… Annesini, babasının mezarını temizlerken izleyen Yusuf’a kargalar çatlak sesleriyle her daim ölümün yaklaştığını hatırlatır. Ancak yine de annesi kargaları kovar, oğlunun her daim yaşayacağını umut eder. Yusuf asla kurtulamaz bu ölüm duygusundan; kargalar kovulur ancak kargaların yerini bu sefer bir köylünün cenazesi alır. Dayanamaz Yusuf gitmez mezarlığa. Açıkçası filmin fonu bir ağıt gibi dursa da Filmin ilk ismi Sonbahar Ağıtı idi, bana göre ölüme yazılmış en güzel methiyedir Yusuf’un yaşamı. Mevsim değişmiştir. Sonbahar bitmiş artık kışa girilmiştir, Yusuf ömrünün son demlerini yaşarken içindeki ruhsal değişimin boyutunu, Karadeniz’in gittikçe hırçınlaşan dalgalarından anlarız. Buna ayrıca filmde etiketlenen saat sesi de eklenince, yolculuk başlamış gibidir. Birbirlerine aşık olan Yusuf ve Eka yatakta cenin pozisyonunda yatarken, onları en saf ve en masum halde izleriz. Eka için memleketi Gürcistan’a dönme vakti gelir. Yusuf’a “Sen en güzel yıllarını sosyalizm için mi verdin?” diye sorar, Yusuf sessiz kalır. Bu sessizlik Eka için de bazı şeyleri düşünme zamanıdır. Baskıdan kaçtığı Gürcistan’a dönmek için hayat kadınlığını bırakır. Böylesine bir insana aşık olarak, onun içinde gördüğü tutkunun kendi içinde de filizlenmesine neden olacaktır. Yusuf da pasaport çıkarıp Eka’yla birlikte Gürcistan’a giderek, aynı şekilde bu aşka karşılık vermek ister. İkisi de uzun bir yolculuğu hayal eder. Ancak ölüm düşüncesi bir zaman sonra onu bundan vazgeçirir. Eka yalnız başına Gürcistan’ın yolunu tutarken, Yusuf yaşamın hırçın dalgalarına karşı yürür. Eka üstünde kızıl renk bir paltoyla giderken, Yusuf kızıl bayrağa sarılı tabutuyla gider ölüme. Eka’yı senfonik bir yalnızlık uğurlarken, Yusuf’u uğurlayan tavan arasında tamir etmeye çalıştığı ve sonunda artık bütün nefesiyle çalabildiği tulumdur. Filmin birkaç ayrıntısından daha bahsetmek istiyorum. Yusuf’un yaşlılar ile birlikte minibüs beklediği ve vazgeçip yürümeye başladığı sahnede, gelen minibüsün rengi kırmızıdır. Aynı şekilde Mikail’in de arabasının rengi kırmızıdır. Yusuf bu arabalara binmiştir ve aslında Yusuf’un ruhsal ölümü çok önceden gerçekleşmiştir. Çünkü filmin sonunda son kez kızıl renkli bayrağa sarılmış bir araca biner Tabuta. Aynı şekilde Eka da kırmızı elbisesi ile Gürcistan’a gider. Ancak onun bindiği minibüsün rengi beyazdır. Bu da yaptığı malum işi bıraktıktan sonraki saflığı ve geri kalan yaşamındaki masumiyeti ifade ediyor sanırım. Filmin müziklerine değinmeden geçmemeli; naif doğal güzellikler ve yalnızlıkla örtüşen filmin müzikleri ayrıca “21. Premiers Plans d’Angers” En İyi Müzik ödülünü almıştır. Son olarak bahsetmek istediğim, filmdeki dramatik gücü yükselten son plan/sekanstır. Bunu yapan pek fazla yönetmen olmasa gerek; şöyle bir gözden geçirdiğimde en layıkıyla yapan Yunan yönetmen Theodoros Angelopoulos geliyor aklıma. Özellikle plan-sekans içerisindeki farklı zamanları kesmelere gitmeden yapan Alper, bu sahnede şimdiki zamanda yaşayan Yusuf’u tulum çalarken hiçbir noktalama işaretine başvurmadan, hafif kaydırmayla pencere önüne gelen kameradan dış mekânı çeker. Dış mekânda ise Yusuf’u son yolculuğuna uğurlayan bir kalabalık vardır. Bir söyleşisinde Yunan yönetmenin sinemasının gücünden ve etkilerinden söz etmiştir. Bu yönetmenin yakın Yunan tarihini nasıl mitolojik denklemlerle süsleyip verdiğini anlatmaya gerek yok. Ancak şu bir gerçek ki, artık ülkemizin yakın tarihini Özcan Alper’in kadrajından yansıyan görüntülerde bulacağız. “Her daim düşleri peşinde koşan sabırsızlık zamanının güzel çocuklarına…” Not Bu yazıya katkılarından dolayı filmin yapım amiri Gökhan Evecen’e teşekkürler. Kendisiyle en yakın zamanda bir söyleşi gerçekleştireceğimizi haber verir, film ile ilgili soruları olan okurlarımız ve yazarlarımız varsa, sorularını iletişim bölümünden sorabilecelerini hatırlatırım. Yazan Kusagami Gerçek zamanlı olarak Son ve Sıcak Haberler. Anıl ErsoyanlersoyyKemal Varol'un Âşıklar Bayramı ile şehri dolaşıyoruz. Gönülden gelen bir nağme peşindeyiz. 🪕Aug-11,2022 1903Beğeni:2 Retweet:0 Tweet URL Kutsal MotorKutsalMotor🤯 Kabus büyüyor Zeytin Ağacı ve aile dizimi 🫣Reaksiyon Aşıklar Bayramı ⚡️Sandman beklentileri karşıladı mı? ⚔️Neil Gaiman ve woke avcıları 🤬Boğaziçi'nde filmlere sansür ✍️Ünlülere karizmatik isimler 💻En İyi 10 HBO Dizisi Hane yeni bölüm yayında! 👉🏼 1335Beğeni:108 Retweet:1 Tweet URL Son HaberlerCengiz İnşaat tam gaz devam! İkizdere Çevre Derneği, İskencedere Vadisi’ne yakın bir taş ocağının fotoğraflarını paylaştı 'Güzelim doğa, 15 yılda bu hale geldi' 0145Beğeni:15 Retweet:5 Cumhuriyet cumhuriyetgzt En Son Haberler Sıralamasına Bakın yasiniam1yasinAşıklar Bayramı Nuh Tepesi filmine benzemiyor mu ya? Yine bir baba oğul çatışması. Bakalım 2 Eylül de netflixte görürüz. Fakat baştan önyargılı olduk... 0746Beğeni:2 Retweet:0 Tweet URL Son HaberlerCengiz İnşaat tam gaz devam! İkizdere Çevre Derneği, İskencedere Vadisi’ne yakın bir taş ocağının fotoğraflarını paylaştı 'Güzelim doğa, 15 yılda bu hale geldi' 0145Beğeni:15 Retweet:5 Cumhuriyet cumhuriyetgzt En Son Haberler Sıralamasına Bakın 🇹🇷 Türkiye Google Trends24TrendsTurkiye1. Tozluyaka 6. bölüm full izle - 50bin+ 2. Depay - 20bin+ 3. Memphis Depay - 10bin+ 4. Ali Koç - 5bin+ 5. Henri Barkey - 5bin+ 6. Halit Özgür Sarı - 5bin+ 7. Geraldo - 5bin+ 8. Acı Kiraz - 5bin+ 9. Aşıklar Bayramı - 5bin+Aug-09,2022 1302Beğeni:0 Retweet:0 Tweet URL0Tweet URL5480'> ζαγρι Ακμαν🌻akman_cagri_kgLan Aşıklar Bayramı dizisinde hocamı ağlatmışlar 😡 Netflix’in alooo! Komedi dizisi çeksene. Mis gibi gülelim. Kıymetli insanlar ağlıyor durmadan 😬Aug-09,2022 1158Beğeni:1 Retweet:0 Tweet URLkofti anarşistkoftianarchistkemalvarol__ un Aşıklar bayramı’nın filmi çıkıyor a dostlaarr!! Mükemmel haber. Hayırlı olsun üstad. Netflix’de yayınlanacakmış. Mendilleri hazırlayın ben kitabı okurken çok 1134Beğeni:2 Retweet:0 Tweet URLZeyno ヅleylimleylim47"İnsan öldüğü yaşta kalırmış. Yani kaç yaşında ölürsen geride kalanlar seni hep o yaşta hatırlarmış. Zannedersem, insan birinden ayrılınca da aynı yaşta kalıyormuş." Âşıklar Bayramı/Kemal VarolAug-09,2022 0938Beğeni:6 Retweet:0 Tweet URLEdebiyat HaberEdebiyatHaberNetflix, Kemal Varol’un Âşıklar Bayramı adlı romanından uyarlanan filmin fragmanını paylaştı netflixturkiye iletisimyayin 0931Beğeni:9 Retweet:1 Ulak NewsulaknewsKıvanç Tatlıtuğ başrolde Netflix, Aşıklar Bayramı'nın fragmanını yayınlandı... - sondakika haber sondakikahaber haberlerAug-09,2022 0146Beğeni:0 Retweet:0 Tweet URLdokuz8haberdokuz8haber📖 Kemal Varol yazdı, Kıvanç Tatlıtuğ oynadı Aşıklar Bayramı 🎬 Settar Tanrıöğen ve Kıvanç Tatlıtuğ’un başrollerinde olduğu Aşıklar Bayramı filminin ilk fragmanı yayınlandı. Kemal Varol’un aynı adlı kitabından uyarlanan Aşıklar Bayramı, 2 Eylül’de Netflix’te gösterime 2312Beğeni:8 Retweet:1 Müjgan Halismujganhls📖 Kemal Varol yazdı, Kıvanç Tatlıtuğ oynadı Aşıklar Bayramı 🎬 Settar Tanrıöğen ve Kıvanç Tatlıtuğ’un başrollerinde olduğu Aşıklar Bayramı filminin ilk fragmanı yayınlandı. Kemal Varol’un aynı adlı kitabından uyarlanan Aşıklar Bayramı, 2 Eylül’de Netflix’te gösterime 2311Beğeni:2 Retweet:0 Tweet URLçiçek açmış veronikaGriveSogukBiraz önce Netflix yeni işi aşıklar Bayramı filmi fragmanını önce okuduğum kitabın aklımdaki aks ini gördüm Ali Toptaş'ın kuşlar yasına gider'ini okudunuz mu ? Şimdi bende olmadığı için karıştıramadım oğul yol kuşlar..bekliyor 2229Beğeni:0 Retweet:0 Tweet URLÖZ ☘️akmanozlmKemal Varol-Aşıklar Bayramı Netfilix'de 2Eylülde🎬 merak ediyorum 🤩Aug-08,2022 2018Beğeni:33 Retweet:0 Tweet URLMynet MagazinMynetMagazinKıvanç Tatlıtuğ ile Settar Tanrıöğen, Netflix'in Âşıklar Bayramı filminde buluştu! İşte yayın tarihiAug-08,2022 2010Beğeni:0 Retweeet="_blank" id="twurl">film dizi diziler AsıklarBayramıAug-08,2022 2007Beğeni:13 Retweet:3 Tweet URLDidem'sDydeemnetflixturkiye Aşıklar Bayramı 'nin fragmanını izledim en son ... Erkan Can'ın sesinden "Baba dediğin zaten hep yarım kalmış bir kelimedir. Babalar hep yarım kalır " seslenişi... Çok garip oldum ...Aug-08,2022 1945Beğeni:0 Retweet:0 Tweet ŞherrsafakBazı sloganlar çok güzel. Netflix’in duyurduğu yeni film olan Aşıklar Bayramı’ndaki 1910Beğeni:0 Retweet:0 Tweet URLt o 1 q a🇦🇶JkTolqaKıvanç’ın son filmi “Aşıklar Bayramı”iyiye benziyor gerek coğrafya muazzamlığı gerek oyunculukları ile izlenmesi gereken film 1843Beğeni:9 Retweet:1 Tweet URL Aşıklar Bayramı Twitter ArgentinaAustraliaBrasil CanadaDanmarkDeutschland FranceभारतIndonesia Italia日本Mexico FragmanYönetmen Özcan Alper Almanya, Türkiye, 2008Drama101ÖzetYusuf henüz üniversite öğrencisiyken girdiği cezaevinden 10 yıl sonra sağlık sorunları nedeniyle tahliye edilir. Hayata Dönüş Operasyonu’nu yaşamış olan Yusuf’u Doğu Karadeniz’deki köyünde yaşlı ve hasta annesi karşılar. Yusuf çok geçmeden fahişelik yapan genç ve güzel Gürcü kızı Eka ile 18 yaşından küçük olduğunuz için video gizlenmiştir. Bu video bazı kullanıcılar için uygunsuz olabilir. 18 yaşından büyük müsünüz? EVET HAYIR Vizyon Tarihi 19 Aralık 2008 Süre 99dk Sonbahar Film Konusu Yusuf 1997 yılında 22 yaşında üniversite öğrencisi iken girdiği cezaevinden, 10 yıl sonra sağlık nedenleriyle tahliye edilir. Hayata Dönüş Operasyonu'nu yerinde yaşamış Yusuf'u, Doğu Karadeniz'deki köyünde bir tek yaşlı ve hasta annesi karşılar. O cezaevinde iken babası ölmüş, ablası ise evlenip büyük bir kente taşınmıştır. Ekonomik nedenlerle sadece yaşlıların kaldığı bu dağ köyünde Yusuf bir tek çocukluk arkadaşı Mikail ile görüşmektedir. Sonbaharın kendini yavaş yavaş kışa teslim ettiği günlerde Yusuf, Mikail ile gittiği bir meyhanede fahişelik yapan genç ve güzel Gürcü kızı Eka ile karşılaşır. Farklı dünyalardan gelen bu iki insanın birlikteliği için ne zaman ne de koşullar uygundur. Yine de Yusuf için aşk son bir kez hayata tutunma ve kendi yalnızlığından sıyrılma çabasına dönüşür. Eka içinse Yusuf bu dünyadan çok uzakta, hatta şimdiki zamanda yaşamayan, Rus romanlarından kaçmış bir karakterdir. 90 sonrasını arka planına alarak bir dönemin ironisini, acımasızlığını ve gerçekliğini ele alan filmde, yakın tarih hem belgeleniyor hem de eleştirel bir süzgeçten geçiriliyor. Filmde Türkçe'nin yanısıra Hemşince ve Gürcüce dillerini de duymak mümkün. Devamını Oku Sonbahar Filmi Oyuncuları » Yapımcı F. Serkan Acar Favori 514 kullanıcının favori filmi Filmi İzleyenler 447 kullanıcı Sonbahar filmini izledi Filmi Ekleyen volkano777 Bu filmleri de beğenebilirsiniz

özcan alper sonbahar filmi izle